Bir zamanlar Kırklareli’nin yeşil köylerinden birinde, gözleri dünya kadar anlamla dolu bir kadın ve bir adam yaşarmış. Kadın, köylerin iç yüzünü çok iyi bilirdi. Her köy, her insan onun için bir başka anlam taşır, her yol, her patika ona hikâyeler fısıldar, kışın karla kaplanan dağlar bile ona eski dostlarının hatıralarını hatırlatırdı. Adam ise daha farklıydı. O, bir problemi çözmek için önce çözümün ne olduğunu bilmek isterdi. Her zaman stratejik düşünür, her zaman işleri hesapla yapardı.
Bir gün, kadın ve adam yine köyün meydanında karşılaştılar. Kadın, birkaç haftadır düşüncelere dalmış bir şekilde yürürken, adam ona yaklaştı. “Merhaba, sana bir soru sormak istiyorum,” dedi adam. “Kırklareli’ne bağlı kaç tane köy var?”
Kadın gülümsedi, gözlerini kısarak çevresine baktı. “Bunu kim sayar ki?” diye mırıldandı. “Her bir köyün bir ruhu var. Ama sayalım… belki 12, belki 15… Bilemiyorum ama her biri, buranın bir parçası.”
Adam, köylerin sayısına daha fazla takıldı. O, veriyi anlamak istiyordu, rakamların peşinden gitmek istiyordu. Ama kadının bakış açısı, ona sadece sayılara değil, köylerin içindeki hayatlara ve ruhlara bakmayı hatırlatıyordu. Ve işte o an, aralarındaki farkı fark etti.
Erkek bakış açısı: Çözüm ve strateji
Adam, bir köyün sayısını öğrenmek istediğinde, her şey onun için belirli bir amaca hizmet ediyordu. Kırklareli’nin köylerinin sayısını net bir şekilde bilmek, ona bölgenin haritasını çıkarma fırsatı verirdi. Rakamlar bir harita gibi onun önüne serilmişti: Kırklareli’nin 9 ilçesi vardı ve her ilçenin altında birbirinden farklı sayıda köy bulunuyordu.
Merkez ilçesi, 17 köy ile dikkat çekiyordu.
Vize ve Lüleburgaz ilçeleri de sırasıyla 35 ve 37 köye sahipti.
Adam için her rakam, ne kadar büyük ya da küçük olduğunu gösteren bir adımdı. Bu sayıları bilmek, bölgedeki tüm stratejileri kurmasına yardımcı olurdu.
Kadın bakış açısı: Empati ve ilişkiler
Kadın, sayılarla uğraşmak yerine, köylerin her birinde yaşanan hikâyeleri hatırlıyordu. Her bir köy, bir insan gibi, büyüyüp gelişiyor, zamanla olgunlaşıyor, eski gelenekleriyle geleceği harmanlıyordu. O, her köyde bir dost, bir komşu bulur, onların yaşamına dahil olurdu.
Pınarhisar’daki bir köyde eski zamanlardan kalma bir taş fırın vardı, burada kadınlar bir araya gelir, ekmeklerini birlikte yaparlardı.
Demirtaş’ta çam ormanları arasında kaybolan bir patika vardı. Her yıl, köylüler orada kamp yapar, hayatı yavaşlatan anları paylaşarak birlikte büyürlerdi.
Karaköy her zaman başka bir dünya gibiydi; sabahları köylüler birlikte tarlalara gider, akşamları ise köy meydanında tüm yaşamı bir arada paylaşırlardı.
Kadın için köylerin sayısı çok önemli değildi. O, köylerin içinde yaşayan insanların, komşularının, tanıdığı ve tanımadığı kişilerin hayatlarını düşünür, onları dinlerdi. Her köy, ona bir insan gibi gelir, hepsinin bir hikâyesi vardı. İşte bu, köylerin sayısından çok daha fazlasıydı.
Hikâyenin özü
Bir süre sonra, kadın ve adam aynı köy meydanında otururken, kadın gözlerini ufka dikip bir kez daha gülümsedi. “Evet, belki sen sayıları çok seviyorsun,” dedi, “ama her köyün içinde başka bir dünya var. Bazen sayıları değil, o dünyaları görmek lazım.”
Adam bir an için durdu, kadının bakış açısından etkilendi. Belki de doğruydu: köyler sadece sayılardan ibaret değildi. Onlar birer yaşam alanıydı, her birinin içinde farklı yaşamlar, farklı insanlar, farklı umutlar vardı.
Kadın bir daha söz aldı, bu sefer daha hafif bir sesle: “Kırklareli’nin 9 ilçesinde belki tam olarak 300’e yakın köy var. Ama her birinin içinde bir kalp atıyor, bir hayat var. Her köy bir diğerine bağlı, her biri bir zincirin halkası gibi.”
O günden sonra, adam köylerin sayısına odaklanmadı. O, Kırklareli’nin her bir köyünde bir insan, bir yaşam bulmaya çalıştı. Ve her köyün içindeki ilişkiyi, yaşama dair bağları, birbirine bağlayan o görünmeyen iplikleri fark etti.
—
Kırklareli’nin bağlı olduğu köylerin sayısı hakkında kesin bir rakam verilebilse de, her bir köy, o bölgenin ruhunu yansıtır. Kadın ve adamın hikâyesi, bazen sayılardan daha önemli olan şeylerin de olduğunu hatırlatır: insanların ilişkileri, köylerin tarihleri, içindeki yaşamlar ve bu yaşamların birbirine bağladığı köprüler.
Peki ya sen? Kırklareli’deki köyleri görmek ve duymak seni nasıl etkiliyor? Her köyün kendine ait bir hikâyesi var mı sence? Yorumlarda paylaşmanı bekliyorum, belki birbirimize yeni bir hikâye daha katabiliriz.